SAHİH-İ MÜSLİM

Bablar Konular Numaralar  

AV ve ZEBH BAHSİ

<< 1935 >>

NUMARALI HADİS-İ ŞERİF:

 

17 - (1935) حدثنا أحمد بن يونس. حدثنا زهير. حدثنا أبو الزبير عن جابر. ح وحدثناه يحيى بن يحيى. أخبرنا أبو خيثمة عن أبي الزبير، عن جابر. قال:

 بعثنا رسول الله صلى الله عليه وسلم وأمر علينا أبا عبيدة. نتلقى عيرا لقريش. وزودنا جرابا من تمر لم يجد لم غيره. فكان أبو عبيدة يعطينا تمرة تمرة. قال فقلت: كيف كنتم تصنعون بها؟ قال: نمصها كما يمص الصبي. ثم نشرب عليها من الماء. فتكفينا يومنا إلى الليل. وكنا نضرب بعصينا الخبط. ثم نبله بالماء فنأكله. قال وانطلقنا على ساحل البحر. فرفع لنا على ساحل البحر كهيئة الكثيب الضخم. فأتيناه فإذا هي دابة تدعى العنبر. قال: قال أبو عبيدة: ميتة. ثم قال: لا. بل نحن رسل رسول الله صلى الله عليه وسلم. وفي سبيل الله. وقد اضطررتم فكلوا. قال: فأقمنا عليه شهرا. ونحن ثلاث مائة حتى سمنا. قال: ولقد رأيتنا نغترف من وقب عينه، بالقلال، الدهن. ونقتطع منه الفدر كالثور (أو كقدر الثور) فلقد أخذ منا أبو عبيدة ثلاثة عشر رجلا. فأقعدهم في وقب عينه. وأخذ ضلعا من أضلاعه. فأقامها. ثم رحل أعظم بعير معنا. فمر من تحتها. وتزودنا من لحمه وشائق. فلما قدمنا المدينة أتينا رسول الله صلى الله عليه وسلم. فذكرنا ذلك له. فقال (هو رزق أخرجه الله لكم. فهل معكم من لحمه شيء فتطعمونا؟) قال: فأرسلنا إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم منه. فأكله.

 

[ش (عيرا) العير هي الإبل التي تحمل الطعام وغيره.

(جرابا) بكسر الجيم وفتحها. الكسر أفصح وهو وعاء من جلد.

(نمصها) بفتح الميم وضمها. الفتح أفصح وأشهر.

(الخبط) ورق السلم.

(الكثيب) هو الرمل المستطيل المحدودب.

(وقب) هو داخل عينه ونقرتها.

(بالقلال) جمع قلة. وهي الجرة الكبيرة التي يقلها الرجل بين يديه، أي يحملها.

(الفدر) هي القطع.

(كقدر الثور) رويناه بوجهين مشهورين في نسخ بلادنا: أحدهما بقاف مفتوحة ودال ساكنة أي مثل الثور. والثاني كفدر جمع فدرة. والأول أصح.

(رحل) أي جعل عليه رحلا.

(وشائق) قال أبو عبيد: هو اللحم يؤخذ فيغلى إغلاء، ولا  ينضج، ويحمل في الأسفار. يقال: وشقت اللحم فاتشق. والوشيقة الواحدة منه. والجمع وشائق ووشق. وقيل: الوشيقة القديد].

 

{17}

Bize Ahmed b. Yûnus rivayet etti. (Dediki): Bize Züheyr rivayet etti. (Dediki): Bize Ebû'z-Zübeyr Câbir'den (rivayet etti.) H.

Bize bu hadîsi Yahya b. Yahya da rivayet etti. (Dediki): Bize Ebû Hayseme, Ebû'z-Zübeyr'den o da Câbir'den naklen haber verdi. Câbir şöyle demiş:

 

Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bizi gönderdi üzerimize de Ebû Ubeyde'yi kumandan tayin etti. Kureyşin bir kervanı üe karşılaşacaktık. Bize azık olarak bir dağarcık kuru hurma verdi başkasını bulamadı. Ebû Ubeyde bize birer hurma veriyordu. (Ebû'z Zübeyr) diyor ki: Ben bununla ne yapıyordunuz diye sordum.

 

  Onu çocuğun emdiği gibi emiyor; sonra üzerine su içiyorduk. Bu bize o gün geceye kadar yetiyordu. Bir de sopalarımızla selem ağacını yaprağını silkiyor sonra onu su ile ıslatarak yiyorduk -dedi- (ve devamla) şunları söyledi:

 

  Deniz boyuna gittik derken denizin boyunda bize yüksek kum tepesi şeklinde bir şey yükseldi. Ona vardık. Bir de ne görelim. Balina denilen hayvan!.. Ebû Ubeyde:

 

  Bu laşedir, dedi. Sonra:

 

  Hayır. Biz Resûlullab (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in elçileriyiz ve Allah yolundayız, siz muztar da kaldınız. Bimaenaleyh yeyin! dedi. Artık onun yanında bir ay kaldık. Üç yüz kişi idik. Hattâ semizledik. Vallahi kendimizi onun gözünün içinden testilerle iç yağı aldığımızı görmüşümdür. Ondan öküz gibi (yahut öküz kadar) parçalar kesiyorduk. Gerçekten Ebû Ubeyde bizden on üç kişi alarak bu hayvanın gözünün içine oturttu.  Onun kaburgalarından bir kaburga alarak dikti. Sonra beraberimizdeki en büyük deveyi semerledi ve deve onun altından geçti. Onun etinden et haşlamaları yaptık. Medine'ye geldiğimiz vakit. Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e giderek onu kendisine anlattık da:

 

«O Allah'ın sîzin için çıkardığı bîr rızıktır. Yanınızda onun etinden bir şey var mı? bize de tatdırın.» buyurdular. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e ondan bir parça gönderdik; o da yedi.

 

 

18 - (1935) حدثنا عبدالجبار بن العلاء. حدثنا سفيان. قال: سمع عمرو بن جابر بن عبدالله يقول:

 بعثنا رسول الله صلى الله عليه وسلم ونحن ثلاثمائة راكب. وأميرنا أبو عبيدة بن الجراح. نرصد عيرا لقريش. فأقمنا بالساحل نصف شهر. فأصابنا جوع شديد. حتى أكلنا الخبط. فسمى جيش الخبط. فألقى لنا البحر دابة يقال لها العنبر. فأكلنا منها نصف شهر. وادهنا من ودكها حتى ثابت أجسامنا. قال: فأخذ أبو عبيدة ضلعا من أضلاعه فنصبه. ثم نظر إلى أطول رجل في الجيش، وأطول جمل فحمله عليه. فمر تحته. قال: وجلس في حجاج عينه نفر. قال: وأخرجنا من وقب عينه كذا وكذا قلة ودك. قال: وكان معنا جراب من تمر. فكان أبو عبيدة يعطي كل رجل منا قبضة قبضة. ثم أعطانا تمرة تمرة. فلما فنى وجدنا فقده.

 

[ش (ثابت أجسامنا) أي رجعت إلى الحالة الأولى.

(فنصبه) كذا هو في النسخ: فنصبه. والضلع مؤنث. ووجه التذكير أنه أراد العضو.

(حجاج) الحاء مكسورة ومفتوحة. لغتان مشهورتان. وهو بمعنى وقب عينه المذكور في الرواية السابقة.

(ودك) هو دسم اللحم].

 

{18}

Bize AbdûlCebbâr b. Alâ' rivayet etti. (Dediki): Bize Süfyân rivayet etti. (Dediki): Amr, Cabir b. Abdillah'i şöyle derken işitmiş:

 

— Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bizi üç yüz süvari olarak gönderdi. Kumandanımızda Ebû Ubeyde b. Cerrah idi. Kureyşin bir kervanını gözetiyorduk. Bu sebeple sahilde yarım ay kaldık. Şiddetli bir açlığa maruz kaldık. Hattâ siikilmiş yaprak yedik. Bundan dolayı (ordumuza) yaprak ordusu denildi. Derken deniz bize balina denilen bir hayvan attı. Ondan yarım ay yedik. Yağı ile de yağlandık Hattâ vücutlarımız kendine geldi. Ebû Ubeyde onun kaburgalarından bir kaburga alarak dikti. Sonra ordudan en uzun bir adanı ve en uzun bir deve baktı da adamı o deveye bindirdi. Ve altından geçti. Balinanın gözünün içine bir kaç kişi oturdu. Gözünün içinden şu kadar testi yağ çıkardık. Yanımızda bir dağarcık kuru hurma vardı. Ebû Ubeyde (bundan) herbirimize birer fiske veriyordu. Sonra birer tane vermeye başladı. Hurma bitince onun kaybettiğini bulduk.

 

 

19 - (1935) وحدثنا عبدالجبار بن العلاء. حدثنا سفيان. قال: سمع عمرو جابرا يقول، في جيش الخبط:

 إن رجلا نحر ثلاث جزائر. ثم ثلاثا. ثم ثلاثا. ثم نهاه أبو عبيدة.

[ش (جزائر) جمع جزور، وهو البعير، ذكرا كان أو أنثى].

 

{19}

Bize Abdulcebbar b. Alâ, rivayet etti. (Dediki): Bize Süfyân rivayet etti. (Dediki):  Amr Câbir'i yaprak ordusunda şöyle derken dinlemiş:

 

— Gerçekten bir adam üç tane deve boğazladı, sonra üç daha, sonra Üç daha... Sonra onu Ebû Ubeyde nehyetti.

 

 

20 - (1935) وحدثنا عثمان بن أبي شيبة. حدثنا عبدة (يعني ابن سليمان) عن هشام بن عروة، عن وهب بن كيسان، عن جابر بن عبدالله. قال:

 بعثنا النبي صلى الله عليه وسلم ونحن ثلاثمائة. نحمل أزواد على رقابنا.

 

{20}

Bize Osman b. Ebi Şeybe de rivayet etti. (Dediki): Bize Abde (yani ibnü Süleyman) Hişâm b. Urve'den, o da Vehb b. Keysân'dan, o da Câbir b. Abdillah'dan naklen rivayet etti (Şöyle demiş):

 

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bizi üç yüz kişi olduğumuz halde gönderdi. Yiyeceklerimizi boyunlarımızda taşıyorduk.

 

 

21 - (1935) وحدثني محمد بن حاتم. حدثنا عبدالرحمن بن مهدي عن مالك بن أنس، عن أبي نعيم، وهب بن كيسان؛ أن جابر بن عبدالله أخبره قال:

 بعث رسول الله صلى الله عليه وسلم سرية، ثلاثمائة. وأمر عليهم أبا عبيدة بن الجراح. ففنى زادهم. فجمع أبو عبيدة زادهم في مزود. فكان يقوتنا. حتى كان يصيبنا، كل يوم، تمرة.

 

{21}

Bana Muhammed b. Hatim de rivayet etti. (Dediki): Bize Abdurrahman b. Mehdi, Mâlik b. Encs'den, o da Ebû Nuaym Vehb b. Keysân'dan naklen rivayet etti ona da Câbir b. Abdillah haber vermiş. (Demiki):

 

— Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) üç yüz kişilik bir müfreze gönderdi. Üzerlerine de Ebû Ubeyde b. Cerrâh'ı kumandan tayin etti derken yiyecekleri bitti ve Ebû Ubeyde yiyeceklerini bir kab'a topladı. Bize yiyeceğimizi veriyordu. Hattâ her birimize günde bir hurma düşüyordu.

 

 

(1935) - وحدثنا أبو كريب. حدثنا أبو أسامة. حدثنا الوليد (يعني ابن كثير). قال: سمعت وهب بن كيسان يقول: سمعت جابر بن عبدالله يقول: بعث رسول الله صلى الله عليه وسلم سرية، أنا فيهم، إلى سيف البحر. وساقوا جميعا بقية الحديث. كنحو حديث عمرو بن دينار وأبي الزبير. غير أن في حديث وهب بن كيسان: فأكل منها الجيش ثماني عشرة ليلة.

 

[ش (سيف البحر) هو ساحله بكسر السين].

 

{…}

Bize Ebû Kureyb dahî rivayet etti. (Dediki): Bize Ebû Usâme rivayet etti. (Dediki): Bize Velid (yani îbn-i Kesir) rivayet etti. (Dediki): Vehb b. Keysân'ı şunu söylerken işittim: Câbir b. Abdillah'ı dinledim. Şunları söylüyordu:

 

— Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) deniz sahiline içlerinde benimde bulunduğum bir müfreze gönderdi.

 

Hadisin geri kalan kısmını bütün raviler Amr b. Dînâr ile Ebû'z-Zübeyr hadîsi gibi rivayet etmişlerdir. Yalnız Vehb b. Koysan'ın hadîsinde:

 

«ve ordu ondan onsekiz gece yedi» cümlesi vardır.

 

 

2 م - (1935) وحدثني حجاج بن الشاعر. حدثنا عثمان بن عمر. ح وحدثني محمد بن رافع. حدثنا أبو المنذر القزاز. كلاهما عن داود بن قيس، عن عبيدالله بن مقسم، عن جابر بن عبدالله. قال: بعث رسول الله صلى الله عليه وسلم بعثا إلى أرض جهينة. واستعمل عليهم رجلا. وساق الحديث بنحو حديثهم.

 

{…}

Bana Haccâc b. Şair de rivayet etti. (Dediki): Bize Osman b. Ömer rivayet etti. H.

Bana Muhammed b. Rafı' dahi rivayet etti. (Dediki): Bize Ebû'I-Münzir El-Kazzâz rivayet etti. Her iki râvî Dâvud b. Kays'dan o da Ubeydullah b. Miksem'den, o da Câbir b. Abdillah'dan naklen rivayet etmişlerdir. Câbir şöyle demiş:

 

Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Cüheyne toprağına bir müfreze gönderdi. Üzerlerine de bir zâtı kumandan tayin etti...  Râvî hadîsi yukarkilerin hadisi gibi rivayet etmiştir.

 

 

izah:

Bu hadisi  Buhârî «Meğazî» bahsinde tahric etmiştir.

 

Ashab’ın yanlarına aldıkları yiyecekler hususundaki rivayetler muhtelifdir. Bunların bâzısında: «Yiyeceklerimizi boynumuzda taşıyorduk» Diğer bazılarında: «Ebû Ubeyde yiyeceklerini bir kaba topladı*. Bir rivayette «Bize birer fiske verirdi, sonra birer hurma vermeye başladı.» deniliyor. Kaâdi İyâd bunların arasını şöyle bulmuştur. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu zevatın yanlarında olan yiyeceklerden maada kendilerine bir kap kuru hurma vermiştir. ihtimal kî onların yiyecekleri arasında bu bir dağarcıkdan başka hurma yoktu. Hz. Ebû Ubeyde 'nin onlara birer hurma vermesi yanlarındaki yiyecekler bittikten sonradır. Şu halde hadisin birinci rivayeti hadisenin sonunu haber veriyor demektir. Çünkü zahire göre evvelâ hurmaları birer fiske olarak taksim etmiş; sonra azalınca her kese birer hurma vermeye başlamıştır. Nihayet hurma bitmiş, ashab açlıktan, son derece muzdarip olunca ağaç yaprağı yemiş; bundan sonra Allah Teâla kendilerine balina balığını ihsan etmiştir.

 

Hz. Ebû Ubeyde'nin yiyecekleri bir araya toplaması ashabın rızasıyle olmuştur. O bu hususda Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimize uymuştur. Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir çok yerlerde bunu yapmıştır. Eş'arîlerde yiyeceklerini bir araya toplarlardı. Bundan dolayı Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onları medhü sena etmişti.

 

Anber balina balığının bir nevidir. Buna mavi balina denildiği söylenir. Ki balina neviîerinin en büyüğü, olup yüz elli ton ağırlığında olabiliyormuş. Bugün bu hayvanın nesli tükenmek üzere bulunduğu söyleniyor.

 

Hz. Ebû Ubeyde balinayı görünce laşe olduğuna kanaat getirmiş ve kendi içtihadı ile onun yenmesi haram olduğunu söylemiştir. Sonra içtihadı değişmiş ve.: «Bu hayvan ölü de olsa size helaldir, çünkü siz Allah yolunda çalışmaktasınız. Muztar da kaldınız. Muztar kalanlara haddi tecavüz etmemek şartiyle ölü hayvan eti yemeyi Allah Teâla mubah kılmıştır.» demiş, ashab da yemişlerdir.

 

Bu hâdise Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e haber verilince:

 

«Bu Allah'ın size çıkardığı bir rızıktır.» buyurarak yediklerinin helal olduğunu bildirmiş. Kendisi de getirilen balina etinden yemiştir. Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in bunu istemesi helal olduğunu bizzat yemek suretiyle göstererek ashabının kalblerini yatıştırmak içindir. Yahut balina Allah tarafından gönderilme bir yiyecek ve harikulade bir ikram olduğu için onunla teberrük etmek için yemiştir.

 

Hadîsin bir rivayetinde üçer üçer deve boğazladığı bildirilen zât Kays b. Sa'd b. Ubâde  (Radiyallahû anh)'dır.

 

Ashabın deniz boyunda ne kadar kaldıkları muhtelif şekillerde rivayet olunmuştur. Bir rivayette bir ay, diğer rivayette on beş gün, başka bir rivayette onsekiz gün kaldıkları bildiriliyor. Bunların arası şöyle bulunmuştur. Esas itibariyle bulundukları yerde bir ay kalmışlardır. Bunu rivayet eden râvi hâdiseyi iyi biliyor demektir. Bîr aydan az kalındığını rivayet edenler de fazlasını nefiy etmemişlerdir. Usûlü fıkhın meşhur kaidesine göre mefhumu adedin hükmü yoktur. Yâni bir şeyde aded bildirmek o adedden fazla olmamasını iktiza etmez. Meselâ «sana bunu on kere söyledim» sözünden noksan ve fazlasız on kere söylemiş olmak lâzım gelmez. Onbeş kere söylemiş de olabilir. Bu kaide muarız delil bulunmadığı zaman böyledir. Halbuki burada fazlayı isbat eden delil vardır. Binaenaleyh onu kabul etmek gerekir.

 

Kaadi İyâd rivayetlerin arasını bulmak için: «Yarım ay kaldık diyen bu müddet zarfında balinadan taze et yediklerini kasdetmiş; bir ay kaldıklarını söyleyen ondan pastırma yaparak ayın yarısından sonra pastırmasını yediklerini anlatmak istemiştir.» diyor.